Sarayburnu

yazar:

kategori:

İstanbul’un en tarihi ve göz alıcı semtlerinden biri olan Sarayburnu, İstanbul Boğazı’nın Haliç ile buluştuğu noktada yer alarak Marmara Denizi’ne uzanan harika bir doğal yarımadadır. Stratejik konumu ve tarihi boyunca Bizans, Osmanlı gibi büyük imparatorluklara başkentlik yapmış İstanbul’un ilk yerleşim bölgelerinden biri olarak, Sarayburnu’nu özel ve büyüleyici bir bölge haline getirmiştir. İstanbul’un siluetini süsleyen Topkapı Sarayı bu bölgede yükselir, şehrin tarihi ve kültürel hafızasını canlı tutar. Sarayburnu, tarihi yapılarının yanı sıra, Osmanlı ve Bizans mimarisinin eşsiz örneklerini barındıran arkeolojik alanları, yeşil parkları, müzeleri ve daracık taş sokaklarıyla ziyaretçilerine zamanda yolculuk yapma hissi uyandırır.

Topkapı Sarayı: Osmanlı İmparatorluğu’nun Kalbi

Sarayburnu’nun en önemli yapısı olan Topkapı Sarayı, İstanbul’un fethinin ardından, 1459-1465 yılları arasında, Sultan II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) tarafından yaptırılmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nun 400 yıl boyunca yönetim merkezi olmuştur. Sarayın kurulma fikrinde, Osmanlı’nın doğaya olan saygısı ve göçebe kültürden gelen “toprağa uyumlu” mimari tarzı büyük bir rol oynamıştır. Osmanlı sarayları gibi Topkapı Sarayı da sadece bir bina değil, dört avlu ve çok sayıda köşk, daire ve bahçeden oluşan geniş bir komplekstir.

Birinci Avlu (Alay Meydanı): Ziyaretçileri karşılayan bu ilk avluya “Alay Meydanı” adı verilir. Osmanlı döneminde burada askeri törenler yapılır, halk da belirli günlerde padişaha dileklerini sunabilirdi. Bu meydanda Sarayburnu’ndaki zanaatkarlara ait dükkânlar, surlarla çevrili geniş bir bahçe ve askerlerin konaklayabileceği alanlar yer alıyordu. Zamanla Sarayburnu’na bakan bu ilk avluya Gülhane Parkı da eklenerek, halkın kullanabileceği geniş bir yeşil alan oluşturulmuştur.

kulturenvanteri.com
kulturenvanteri.com

Bâb-ı Hümâyûn, Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli yapılarından biri olarak kabul edilir ve yapıldığı tarih kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, tarihi kaynaklar ve mimari özellikler sayesinde bu yapının geçmişi hakkında bazı bilgilere ulaşmak mümkündür. Bizans döneminde “Zeytinlik” olarak bilinen ve Sarayburnu’ndaki sarayın en önemli giriş kapısı olan Bâb-ı Hümâyûn, şehre bakan konumu ile stratejik bir öneme sahiptir.

Bâb-ı Hümâyûn’un kapı kemerinde yer alan kilit taşı ve kapının ön duvar yüzeyindeki kitabede, Fatih Sultan Mehmed’in H. 883 (M. 1478) yılında bu yapının inşasını yaptırdığına dair Arapça celi sülüs yazısıyla yazılmış bilgiler bulunmaktadır. Bu yazı, Bâb-ı Hümâyûn’un yalnızca bir giriş kapısı değil, aynı zamanda imparatorluğun gücünü ve büyüklüğünü simgeleyen bir yapı olduğunu da gösterir.

Osmanlı mimarisinde önemli bir yer tutan Bâb-ı Hümâyûn, hem işlevsel hem de estetik açıdan büyük bir öneme sahiptir. Kapının görkemi ve mimari detayları, dönemin sanat anlayışını ve inşaat tekniklerini yansıtır. Zamanla, bu kapı hem sarayın hem de İstanbul’un simgelerinden biri haline gelmiştir. Bâb-ı Hümâyûn, ziyaretçilere Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihine dair derin bir anlayış sunmakta ve geçmişin izlerini taşıyan bir yapı olarak günümüzde de önemli bir ziyaret noktası olmaya devam etmektedir.

eskiistanbul.net /1918

Aya İrini Kilisesi: Bizans’tan Kalan Sessiz Tanık

Aya İrini, İstanbul’un en eski kiliselerinden biri olarak 6. yüzyılda inşa edilmiştir. Şehir tarihinin önemli bir parçası olan bu yapı, Hıristiyanlık döneminde kentin ilk Hıristiyan bölgesi olduğu düşünülen alanda yapılan üçüncü kilisedir.

  • Fetih Sonrası Kullanım: 1453 yılında İstanbul’un fethedilmesinin ardından, Aya İrini kilisesi on yıl içerisinde Topkapı Sarayı’na dahil edilmiştir. Bu süreçte, kilise bir silah deposu olarak kullanılmıştır.

  • Müzik Festivali: Günümüzde, Aya İrini’nin iyi akustiği sayesinde İstanbul Müzik Festivali kapsamında çeşitli konserler düzenlenmektedir, bu da yapının kültürel önemini artırmaktadır.

  • İç Mekân: İç mekanda, diğer Bizans kiliselerinden günümüze ulaşan üç etkileyici bölüm bulunmaktadır. Bu bölümler, kilisenin tarihi ve mimari değerini yansıtır.

  • Apsis ve Synthronon: Apsiste yer alan yarım daire şeklindeki beş kademeli sıraya sahip synthronon, ayini yöneten rahiplerin bir arada oturduğu bir alan olarak dikkat çeker.

  • Mosaikler: Apsisin üst kısmında, altın yaldızlı zemin üzerine yerleştirilmiş basit, siyah bir mozaik haç yer alır. Bu haç, ikonoklastik döneme ait olup figüratif imgelerin yasaklandığı bir dönemde yapılmıştır.

  • Avlu ve Lahitler: Kilisenin hemen arkasında bulunan revaklarla çevrili avlu, bir zamanlar Bizans imparatorlarının yattığı somaki mermerinden lahitlere ev sahipliği yapıyordu. Ancak, bu lahitlerin büyük bir kısmı günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.

Aya İrini, hem mimari hem de tarihsel açıdan İstanbul’un önemli yapılarından biri olarak öne çıkmaktadır. Hıristiyanlık tarihinde, Bizans döneminde ve Osmanlı İmparatorluğu’nda sahip olduğu rollerle, bu yapı, hem dini hem de toplumsal işlevleriyle kentin kültürel mirasının bir parçası olmuştur. Günümüzde de müzik etkinlikleri ile kültürel yaşamın bir parçası olarak varlığını sürdürmektedir.

kulturenvanteri.com

Darphane-i Amire, Osmanlı İmparatorluğu’nun resmi para basım merkezi olarak 1727 yılında faaliyete geçmiştir. Ancak, mevcut yapının büyük bir kısmı, kompleksin II. Mahmut döneminde genişletilmesiyle inşa edilmiştir. Bu dönemde darphane, yalnızca para basmakla kalmayıp, aynı zamanda sanat ve zanaat alanında da önemli bir merkez haline gelmiştir. II. Mahmut’un modernleşme çabaları çerçevesinde, darphanede gerçekleştirilen yenilikler, Osmanlı parasının standartlaştırılmasına ve daha kaliteli hale gelmesine katkıda bulunmuştur.

1967 yılında darphane yeni bir binaya taşınarak faaliyetlerini burada sürdürmeye başlamıştır. Eski darphane binalarının yerinde, günümüzde Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlı çeşitli birimler bulunmaktadır. Bu birimler, Türkiye’nin kültürel mirasını koruma ve tanıtma görevini üstlenmektedir.

Ziyaretçilere açık olan avlu, tarihi yapının ihtişamını ve Osmanlı mimarisinin zarafetini yansıtır. Çalışma saatleri içerisinde avluyu gezmek, ziyaretçilere hem tarihi bir deneyim sunmakta hem de Osmanlı dönemine ait bu önemli kurumun geçmişine dair fikir vermektedir. Avlunun atmosferinde, geçmişin izlerini hissederek Osmanlı İmparatorluğu’nun paranın değerini nasıl koruduğunu ve toplumda nasıl bir rol oynadığını anlamak mümkün olmaktadır. Darphane-i Amire, hem tarihi hem de kültürel anlamda önemli bir yapı olarak, Osmanlı tarihine merak duyanlar için ziyaret edilmesi gereken yerlerden biridir.

kulturenvanteri.com

İkinci Avlu (Divan Meydanı): Osmanlı devlet yönetiminde büyük önemi olan bu avluda, Divan-ı Hümayun, yani padişahın yüksek devlet memurlarıyla görüşmeler yaptığı yapı bulunur. Divan toplantıları burada gerçekleşir, devletin önemli kararları burada alınırdı. Avlunun sağında ise mutfaklar yer alır. Osmanlı saray mutfağı, yaklaşık 1500 kişiye hizmet verecek şekilde tasarlanmış olup, dönemin en zengin sofralarına ev sahipliği yapmıştır. Sarayın mutfağı, günümüzde Osmanlı mutfak kültürüne dair özel eşyalar, porselenler, mutfak aletleri ve reçetelerin sergilendiği bir bölüm olarak kullanılmaktadır.

kulturenvanteri.com

Bâbüsselam Kapısı, Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli yapılarından biri olup, İstanbul’daki Topkapı Sarayı’nın giriş kapılarından biridir. Bu kapının inşası Fatih Sultan Mehmet dönemine (1451-1481) kadar uzanır. Bâbüsselam, “Selam Kapısı” anlamına gelir ve sarayın resmi giriş kapısı olarak kullanılmıştır.

Kapının mimari özellikleri ve tarihi, zaman içinde çeşitli değişikliklere uğramıştır. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman dönemi (1520-1566) sırasında, kapının kulelerinin şekli değiştirilmiştir. Bu değişiklikler, yapının hem savunma işlevini artırmak hem de estetik görünümünü zenginleştirmek amacıyla yapılmıştır.

Sultan III. Mustafa döneminde (1757-1774) ise Bâbüsselam Kapısı’nın iç tarafına geniş saçaklı bir revak eklenmiştir. Bu revak, kapının görünümünü daha da zenginleştirmiş ve ziyaretçilere korunaklı bir alan sunmuştur. Revak, Osmanlı mimarisinin zarif detaylarından birini yansıtır ve kapının genel mimarisine önemli bir katkı sağlar.

Bâbüsselam Kapısı, hem tarihi bir anıt olarak hem de mimari bir değer taşıyan önemli bir yapıdır. Bugün, Topkapı Sarayı’nın ziyaretçileri için tarihi bir geçiş noktası olmanın yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu’nun mimari ve kültürel mirasının bir parçası olarak da büyük bir öneme sahiptir.

Kubbealtı ya da Divanhane, Topkapı Sarayı’nın ikinci avlusunda bulunan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminde önemli bir rol oynayan tarihi bir mekandır. Bu alan, Osmanlı devlet yönetiminde kritik bir öneme sahip olan Dîvân-ı Hümâyun toplantılarının yapıldığı yerdir. Dîvân-ı Hümâyun, devletin en üst düzey karar organını temsil eder ve burada sadrazam, vezirler ve diğer devlet adamları bir araya gelerek önemli meseleleri tartışır, devlet işlerini görüşür ve karara bağlarlardı.

Kubbealtı’nın mimarisi, Osmanlı mimarisinin zarif detaylarını yansıtır. İç mekan, yüksek kubbeleri, ihtişamlı sütunları ve dekoratif unsurlarıyla dikkat çeker. Kubbealtı’nın iç kısmında yer alan zengin süslemeler, dönemin sanat anlayışını ve estetik değerlerini ortaya koyar. Bu alanın mimarisi, devletin gücünü ve otoritesini simgelerken, aynı zamanda toplantıların ciddiyetini de yansıtır.

Divanhane, Osmanlı İmparatorluğu’nun bürokratik yapısının belkemiğini oluşturuyordu. Burada alınan kararlar, devletin yönetimini ve işleyişini doğrudan etkileyen önemli hususlardı. Sadrazam, padişahın temsilcisi olarak burada liderlik eder ve devlet işlerini yürütürdü. Ayrıca, zaman zaman halktan gelen şikayetlerin dinlendiği ve çeşitli konuların müzakere edildiği bir alan olarak da kullanılmıştır.

Kubbealtı, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi tarihinin önemli bir parçasını oluşturur. Bu mekanda alınan kararlar, imparatorluğun yönetim biçimini ve iç politikalarını şekillendirmiştir. Ayrıca, burası çeşitli devrimler ve değişimlerin merkezinde yer almış, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihsel seyrine yön vermiştir.

Bugün Kubbealtı, Topkapı Sarayı’nın önemli bir parçası olarak ziyaretçilere açıktır. Ziyaretçiler, bu tarihi mekanda Osmanlı yönetim geleneğinin izlerini görme fırsatı bulurlar. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim yapısı ve işleyişi hakkında bilgi edinmek için de önemli bir kaynaktır.

Topkapı Sarayı’nın mutfaklarında sergilenen Seramik, Cam ve Gümüş İşleri koleksiyonu, Osmanlı Sarayı’nın ihtişamlı geçmişine ışık tutan nadide eserlerden oluşur. Burada, Osmanlı ve Avrupa yapımı eserler bulunmasına karşın, koleksiyonun en dikkat çekici parçaları arasında geniş bir Çin ve Japon porseleni koleksiyonu öne çıkar. Bu değerli porselenler, İpek Yolu üzerinden Osmanlı topraklarına getirilmiş ve sarayın en değerli parçaları arasında yer almıştır.

Topkapı Sarayı, Çin’den sonra dünyanın en büyük ve en güzel Çin porseleni koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapmaktadır. Özellikle Ming ve Qing hanedanlarına ait olan porselenler, sarayın mutfak bölümlerinde sergilenen estetik ve sanatın zirvesini temsil eder. Japon porselenleri de saray koleksiyonunda seçkin bir yer edinmiş olup Osmanlı İmparatorluğu’nun ticaret ilişkilerinin genişliğini ve zenginliğini gözler önüne serer.

Bu mutfak koleksiyonlarında, Osmanlı ve Avrupa tarzında yapılmış seramik, cam ve gümüş işçiliği örnekleri de bulunur. Osmanlı’nın ince işçilik anlayışı ve sanat zevkini yansıtan bu parçalar, gösterişli sofraların baş tacı olmuştur. Avrupa’dan ithal edilen parçalar ise, Batı ile kurulan diplomatik ve ticari ilişkilerin bir yansıması olarak saray koleksiyonunda yer bulmuştur. Çin ve Japon porselenlerinin etkileyici varlığı altında, Osmanlı’nın sanata olan ilgisi ve farklı kültürlerden ilham alarak zenginleştirdiği görkemli koleksiyon gözler önüne serilir.

hayadu.com

Topkapı Sarayı‘nın harem bölümü, Osmanlı İmparatorluğu’nun padişahının ailesinin ve cariyelerinin yaşadığı özel bir alandır. Arapça kökenli “harim” kelimesi, gizlilik ve kapanıklık anlamına gelir. Harem, yalnızca padişahın eşi, annesi, kızları ve diğer kadın akrabalarının yanı sıra, cariyelerin de bulunduğu, kapalı ve korunaklı bir yaşam alanıdır. Sarayın harem bölümü, hem mimarisi hem de işlevi açısından oldukça ilginçtir. 

  1. Mimari Yapısı:

    • Harem, çeşitli avlular ve odalardan oluşan karmaşık bir yapıdadır. İhtişamlı avlular, harem dairelerini birbirine bağlar. Haremde yer alan odalar genellikle süslü tavanları, renkli çinileri ve büyük pencereleriyle dikkat çeker.
    • Haremdeki odalar, padişahın eşlerinin ve cariyelerin ikamet etmesi için tasarlanmıştır. Her odanın içinde genellikle bir oturma alanı, yatak ve bazı dekoratif unsurlar bulunmaktadır.
  2. Tarihi ve Sosyal İşlevi:

    • Harem, Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyal yapısında önemli bir yere sahiptir. Haremde, padişahın çocukları büyütülür, eğitimleri sağlanır ve siyasi ilişkiler geliştirilirdi.
    • Haremdeki kadınlar, imparatorluğun iç işleyişinde önemli bir rol oynadı. Padişahların eşleri ve anneleri, genellikle siyasi etki alanına sahipti.
  3. Gizlilik ve Korunma:

    • Harem, sosyal yaşamdan ve dış dünyadan izole bir alandır. Bu nedenle, burada yaşayan kadınların mahremiyetine büyük önem verilmiştir.
    • Harem, yalnızca padişah ve güvenilir görevliler tarafından erişilebilen bir bölgeydi. Bu, kadınların güvenliğini sağlamak için alınan bir önlemdi.
  4. Müzik ve Sanat:

    • Haremde, müzik, sanat ve edebiyat gibi kültürel faaliyetler de önemli bir yer tutardı. Zamanla, haremdeki kadınlar, sanat ve müzikle ilgili becerilerini geliştirmiştir.
  • Harem Ağaları Koğuşu: Haremdeki hadım ağalarının yaşadığı bölümdür ve güvenlik ile hizmetin sağlanmasında önemli bir rol oynardı.
  • Harem Ağaları Taşlığı: Avluda sıralanan mermer sütunların bazılarında eski tarz dövme demir kandiller asılıdır, bu da alanın tarihi atmosferini artırır.
  • Cariyeler Avlusu: Cariyelerin sosyal etkileşimde bulundukları bir alan olarak öne çıkar.
  • Valide Sultan Salonu: Padişahın annesi olan valide sultan, haremin en güçlü kadınıdır. Bu salonda ona ait en güzel odalar bulunmaktadır.
  • Valide Sultan Yatak Odası ve Namaz Odası: Valide sultanın özel alanlarıdır ve bu odalar, onun hayatındaki önemi simgeler.
  • III. Murat Has Odası: Mimar Sinan tarafından tasarlanan bu oda, çinili duvarları ve büyük bir ocak ile dikkat çeker. Aynı zamanda bir çeşmesi de bulunur.
  • III. Ahmed’in Yemek Odası: Yemiş odası olarak da bilinen bu alan, 18. yüzyıla tarihlenir ve duvarlarında çeşitli meyve ve çiçek figürleri ile süslenmiştir.
  • Çifte Kasırlar: 17. yüzyılda veliaht şehzadeler için inşa edilen bu yapılar, göz alıcı İznik çinileri ve tavandaki altın yaldızlı süslemelerle ünlüdür. Dönemin estetik anlayışını yansıtır.
  • Altın Yol: Yeni padişahların cariyelerine altın sikkeler attığı söylentisiyle adlandırılan bu yol, harem içindeki özel bir geçittir.
  • Adalet Kulesi: Sarayın ve çevresinin nefes kesici manzaralarını sunan bu kule, harem alanının önemli yapılarından biridir.
  • Saltanat Odası: Haremdeki en geniş bölümdür ve burada çeşitli eğlenceler düzenlenirdi. Padişahın gösterileri izlediği büyük bir taht da bu odada yer alır.
  • Sultan Hamamı ve Harem Hamamı: Harem içinde yer alan bu hamamlar, hem temizlik hem de sosyal etkinlikler için kullanılırdı.

Topkapı Sarayı’nın harem bölümü, ziyaretçilere açıktır ve sarayın tarihi ve kültürel önemini yansıtan bir sergi alanı olarak hizmet vermektedir. Ziyaretçiler, burada padişah ailesinin yaşamına dair çeşitli bilgiler edinme fırsatını bulabilir. Haremde sergilenen eserler arasında elbiseler, süs eşyaları, çiniler ve sanat eserleri yer alır.

Harem, hem tarihi hem de kültürel bir miras olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun iç yapısını ve aile dinamiklerini anlamak için önemli bir noktadır.

oibosphorus.com
turkiyenintarihieserleri.com

Silahlar ve Zırhlar bölümünde sergilenen eşyalar, Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünü ve estetik anlayışını yansıtan zengin bir koleksiyon oluşturur. Geçmişte “İç Hazine” olarak bilinen bu bölümde, Osmanlı İmparatorluğu’nun dört bir yanından toplanan vergiler ve haraçlar muhafaza edilmiştir. Bugün ise, bu bölümdeki sergi İmparatorluk döneminin savaş ve savunma araçlarını gözler önüne serer.

Koleksiyonun önemli bir kısmını, süslemeleri ve incelikli işçiliğiyle dikkat çeken kılıçlar oluşturur. Bu kılıçlardan bazıları doğrudan sultanlara aittir. Sultan II. Bayezid’in zanaatkarlığa olan ilgisi ve yeteneği sonucu ortaya çıkan birkaç özel yay da koleksiyonda yer almaktadır. Bu eşyalar yalnızca silah değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nda silah işçiliğinin nasıl sanatsal bir boyuta ulaştığını gösteren eşsiz örneklerdir.

Koleksiyonda ayrıca 15. yüzyıldan kalma zincir zırhlar ve Osmanlı askeri estetiğinin örneği olan kalkanlar da bulunur. Osmanlı askerleri için yalnızca savunma aracı olmayan bu zırhlar, savaşlarda işlevselliğin yanı sıra zarafet ve estetiğin de simgesidir. Özellikle kalkanlar, çiçek desenleriyle süslenmiş metal merkezleri ve sıkı örgüyle dokunmuş hasır kenarlarıyla dikkat çeker. Bu zarif detaylar, Osmanlı zanaatkarlarının savunma malzemelerinde dahi ince işçilikten ödün vermediğinin bir kanıtıdır.

Bu eşsiz koleksiyon, savaş ve savunma araçlarının ötesinde, Osmanlı kültüründe gücün ve ihtişamın nasıl sanatla harmanlandığını gözler önüne serer.

aa.com.tr

Minyatürler, El Yazmaları ve Saatler koleksiyonu, Topkapı Sarayı’nda Osmanlı sanatının zarafetini ve sultanın estetik ilgisini yansıtan eşsiz bir bölümdür. Sarayın 13 bini aşkın minyatür ve el yazmasından oluşan bu devasa koleksiyonunu tam olarak sergilemek mümkün olmasa da seçilmiş birçok önemli eser ziyaretçilerin ilgisine sunulmaktadır. Osmanlı sanatçılarının yaratıcı ve detaylı çalışmalarıyla bezenmiş bu minyatürlerden bazıları, özellikle “Göçebe Yaşamındaki Şeytanlar ve Canavarlar” başlıklı dizidir. Bu dizi, Osmanlı’nın sanatsal hayal gücünü yansıtırken aynı zamanda dönemin toplum yapısı ve kültürel imgelerini de gözler önüne serer.

Koleksiyonda yer alan el yazmaları, dönemin hat sanatı, tezhip, ciltleme ve illüstrasyon ustalıklarının en nadide örneklerini içerir. Bu yazmaların bazıları, Kur’an-ı Kerim nüshaları olup dönemin en büyük hattatları tarafından özenle işlenmiştir. Osmanlı sarayında üretilen el yazmaları, sadece dini metinlerden ibaret olmayıp tarih, tıp, matematik gibi çeşitli alanlarda bilgi ve birikimi yansıtan eserlerdir.

Saraydaki saat koleksiyonu ise Osmanlı sultanlarının Avrupa ile olan kültürel ve ticari ilişkilerini vurgulayan bir diğer değerli bölüm olarak öne çıkar. 17. yüzyıldan itibaren İstanbul’da duvar ve cep saatleri üreten ustalar bulunmasına rağmen saray koleksiyonu, çoğunlukla sultanlara Avrupa’dan hediye edilen ya da sultanların özel olarak satın aldığı saatlerden oluşur. Bu saatler, farklı ülkelerden sanat ve zanaat ustalarının elinden çıkmış, zarif işçilikleri ve süslemeleriyle dikkat çeker. Saat koleksiyonu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı dünyasıyla olan ilişkilerinin yanı sıra, sarayın seçkin zevk anlayışını ve teknolojiyi sanata dönüştüren bakış açısını yansıtarak ziyaretçilere tarihi bir zaman yolculuğu sunar.

istanbultarihi.ist
fibu.la
fibu.la

Üçüncü Avlu (Enderun Avlusu): Bu avlu, devletin ileri gelenleri ve padişahın özel alanlarına açılır. Babüssaade Kapısı, sultanların günlük yaşantılarının geçtiği harem ve eğitimli devşirme çocukların okuduğu Enderun Mektebi gibi önemli alanlara geçişi sağlar. Enderun, dönemin saray okulu olup, Osmanlı yönetim kademesi için üst düzey memurlar yetiştirilen bir okuldur. Ayrıca burada Kutsal Emanetler Dairesi bulunur. Kutsal Emanetler Dairesi’nde İslam dünyasının en önemli kutsal eşyaları yer alır; bu emanetler arasında Hz. Muhammed’in hırkası, kılıcı ve sakalı gibi değerli eşyalar da bulunur.

kulturenvanteri.com

Saadet Kapısı (Bâbüssaâde), Topkapı Sarayı’nın en önemli kapılarından biridir ve sarayın tarihi ve sembolik yapısında özel bir öneme sahiptir. Bu kapı, Divan-ı Hümayun’dan sonra karşımıza çıkarak Divan Avlusunun sonunda yer alır ve 2. Avlu ile 3. Avlu arasında geçişi sağlar.

Saadet Kapısı, mimari olarak dikkat çekici bir yapıya sahiptir. Özellikle önündeki revak bölümü ve kapının zarif tasarımı, sarayın estetik anlayışını yansıtır. Fatih Sultan Mehmed döneminde (1451-1481) inşa edilen bu kapı, zamanla saray törenlerinin merkezi haline gelmiştir. Kapının önünde yapılan çeşitli törenler, Osmanlı İmparatorluğu’nun gelenek ve göreneklerini sergilemekte önemli bir rol oynamıştır.

Saadet Kapısı, padişahın ve devlet adamlarının resmi törenlerdeki sembolik rolünü pekiştiren bir nokta olmuştur. Örneğin, savaşa gidecek olan sadrazama Sancak-ı Hümâyûn burada törenle teslim edilirdi. Bu tür teslim törenleri, padişahın otoritesini ve devletin kudretini gösteren ritüellerin bir parçasıydı. Ayrıca, Divan’ın toplantı günlerinde sadrazamın bu kapıdan içeri girmesi ve padişaha selam durması, kapının padişahın varlığının ve gücünün bir sembolü olduğunu vurgulayan bir davranış örneğidir.

Bâb-üs Saade, Birun (halkın erişim alanı) ile Enderûn (saray içi, padişahın özel alanı) arasında bir köprü işlevi görmektedir. Bu özellik, kapının, devlet işlerinin yönetildiği ve padişahın her zaman yan yana olduğu iki önemli alanın kesişim noktası olmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla, Saadet Kapısı, sadece bir geçiş noktası olmanın ötesinde, sarayın sosyal ve siyasi yapısını yansıtan bir simge haline gelmiştir.

Bâbüssaâde, Topkapı Sarayı’nın tarihi ve kültürel kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun güçlü simgelerinden biri olan bu kapı, hem mimari güzelliğiyle hem de taşıdığı derin tarihsel anlamla, ziyaretçileri etkileyen bir deneyim sunar. Kapının önündeki törenler ve ritüeller, Osmanlı’nın geleneklerini ve yönetim sistemini anlamak için önemli bir pencere açar.

Padişah Giysileri koleksiyonu, Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamını ve padişahların zarif giyim tarzını gözler önüne seren özel bir sergidir. Bu kıymetli koleksiyon, geçmişte padişahın giysilerini düzenlemekle görevli olan saray memurlarının yaşadığı İç Oğlanlar Salonu’nda sergilenir. Osmanlı sarayında padişah giysileri, büyük bir özenle korunur ve adeta manevi bir değer olarak saklanırdı. Padişahın vefatından sonra kıyafetlerinin katlanıp mühürlü sandıklarda saklanması, yüzyıllar boyunca süregelen bir saray geleneğiydi. Bu geleneğin bir sonucu olarak günümüzde, Osmanlı’nın ilk dönemlerine kadar uzanan kıyafetleri hâlâ orijinal halleriyle görmek mümkün.

Bu koleksiyonun en nadide parçalarından biri, Fatih Sultan Mehmet’e ait olan mükemmel şekilde korunmuş bir kaftandır. Bu kaftan, yalnızca Osmanlı dönemi giyim kültürünü değil, aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet’in zarafetini ve döneminin kumaş işçiliğini de sergiler. Dönemin usta zanaatkarları tarafından ince detaylarla işlenen kaftan, Osmanlı İmparatorluğu’nun sanat ve zanaat geleneğinin göz alıcı bir örneğini temsil eder.

II. Mahmut döneminde gerçekleşen reformlar, sadece devlet yapısında değil, giyim tarzında da köklü değişiklikler getirmiştir. Bu reformlar sonrasında padişah giysileri, geleneksel Osmanlı kıyafetlerinden modern Avrupa tarzına daha yakın bir çizgiye evrilmiştir. Böylece, Osmanlı giyim tarzında yaşanan dönüşümü bu koleksiyon aracılığıyla izlemek mümkündür. Koleksiyon, Osmanlı sarayının zarafetini, padişahların kendilerine özgü giyim stillerini ve dönemin moda anlayışını yansıtarak ziyaretçilere etkileyici bir tarihi yolculuk sunar.

sumbulsokak.com
fibu.la

Kutsal Emanetler Dairesi, ya da Hırka-i Saadet Dairesi, İslam’ın en kutsal miraslarından bazılarını barındırması nedeniyle Müslümanlar için çok özel bir ziyaret alanıdır. Bu değerli emanetler, 1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır ve Arabistan seferlerinin ardından halifelik makamının Osmanlı’ya geçmesiyle İstanbul’a getirilmiş ve bu özel mekânda korunmaya başlanmıştır. Kutsal Emanetler Dairesi’nde sergilenen nesneler, Hz. Muhammed’in (sav) yaşamına dair paha biçilmez hatıraları içerir.

Bu koleksiyonun en kıymetli parçalarından biri, bizzat peygamberin giydiği Hırka-i Şerif’tir. Hırka’nın bulunduğu odaya ziyaretçilerin girmesine izin verilmez; ancak odanın girişinden, hafif aralık bırakılmış kapıdan hırkanın saklandığı mekâna göz atmak mümkündür. Gümüş sandık içinde muhafaza edilen Hırka-i Şerif’in yanında, hafızlar gece gündüz Kur’an-ı Kerim okurlar. Bu gelenek, Peygamber’e ve onun mirasına gösterilen derin saygının ifadesi olarak asırlardır sürdürülmektedir. Sandığın hemen önünde Hz. Muhammed’e ait olan iki kılıç da görülebilir.

Dairedeki giriş odasında başka kutsal emanetler de sergilenir. Sakal-ı Şerif olarak bilinen peygamberin sakalından bir parça, onun yazdığı bir mektup, bir dişi ve ayak izi de özenle korunan nadide emanetler arasında yer alır. Bu eşyalar, ziyaretçilere peygamberin yaşadığı dönemin maneviyatını hissettiren önemli semboller olarak kabul edilir.

Dairenin diğer odalarında ise, Osmanlı padişahlarının Kâbe’ye özel olarak gönderdikleri işlemeli kilitler ve anahtarlar gibi kıymetli eserler bulunur. Bu kilit ve anahtarlar, padişahların kutsal mekânlara gösterdikleri saygıyı ve İslam dünyasındaki hizmet anlayışını temsil eder. Kutsal Emanetler Dairesi, dini ve tarihi önemiyle hem Müslümanlar hem de ziyaret eden herkes için etkileyici bir manevi deneyim sunar.

360tr.com
360tr.com
istanbultarihi.ist

Hazine Dairesi, Topkapı Sarayı’nın en etkileyici ve değerli koleksiyonlarından birini barındıran bir mekandır. Dört bölümden oluşan bu daire, binlerce değerli taş, mücevher ve tarihi eserle doludur. Bu alan, Osmanlı İmparatorluğu’nun zenginliğini ve sanat anlayışını sergileyen önemli bir noktadır.

Hazine Dairesi’nde sergilenen mücevherler, genellikle sultanların ve yüksek devlet adamlarının ait olduğu eşyalar olup, sahiplerinin vefatından sonra saraya iade edilirdi. Ancak saray kadınlarına ait mücevherler, onların özel mülkiyetindeydi; dolayısıyla burada pek az kadın mücevheri bulunmaktadır. Bu durum, koleksiyonun ağırlıklı olarak erkek hükümdarların ve devlet adamlarının miraslarını yansıttığını gösterir.

İlk salonda, III. Mustafa’nın resmi törenlerde giymesi için özel olarak hazırlanmış elmas kakmalı bir zincir zırh sergilenmektedir. Bu zırh, Osmanlı’nın ihtişamını ve zanaatkârlığını gözler önüne sererken, aynı zamanda sarayın askeri gücünü simgeler. Ayrıca, diplomatik hediyeler arasında yer alan Hindistan’dan Sultan Abdülaziz’e gönderilen inci heykelcik, bu bölümdeki diğer dikkat çekici parçalardandır.

İkinci salonda, Hazine Dairesi’nin en göz alıcı parçalarından biri olan Topkapı Hançeri sergilenmektedir. I. Mahmut tarafından saray atölyesinde yaptırılan bu hançer, İran Şahı Nadir’e hediye edilmek üzere tasarlanmış, ancak şah hayata veda etmeden önce hediye ulaşmamıştır. Hançer, ince işçilik ve zarif tasarımıyla öne çıkarak Osmanlı sanatının ne kadar gelişmiş olduğunu gösterir.

Üçüncü salonda ise Hazine Dairesi’nin en ünlü eserlerinden biri olan Kaşıkçı Elması bulunmaktadır. Bu 86 karatlık elmas, söylentilere göre 17. yüzyılda İstanbul’daki çöp yığınları arasında bulunmuş ve bir hurdacıdan sadece üç kaşık karşılığında satın alındığı rivayet edilmektedir. Elmasın bu kadar sıradan bir başlangıç hikayesine sahip olması, onu daha da ilginç kılar ve ziyaretçilerin ilgisini çeker.

Dördüncü salonda ise İran şahının hediye ettiği bir taht sergilenmektedir. Bu taht, Topkapı Hançeri kadar büyük bir öneme sahiptir ve Osmanlı ve İran ilişkilerini simgeleyen önemli bir tarihi eserdir. Tahtın zarif işçiliği ve estetik detayları, iki imparatorluk arasındaki diplomatik ilişkilerin zenginliğini ortaya koyar.

Hazine Dairesi, Topkapı Sarayı’nın en görkemli bölümlerinden biridir ve ziyaretçilere Osmanlı İmparatorluğu’nun lüks yaşam tarzını ve sanatsal becerilerini yansıtan nadir eserleri keşfetme fırsatı sunar. Bu dairedeki her parça, tarihsel ve kültürel bir hikaye taşır ve izleyenlere derin bir etki bırakır.

mustafacambaz.com
mustafacambaz.com
tr.wikipedia.org/wiki/Kaşıkçı_Elması
mustafacambaz.com

III. Ahmet Kütüphanesi, Topkapı Sarayı’nda yer alan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli kütüphanelerinden biri olarak kabul edilen bir yapıdır. 1719 yılında III. Ahmet tarafından yaptırılmıştır ve Osmanlı dönemindeki kültürel ve bilimsel gelişmeleri desteklemek amacıyla kurulmuştur. Kütüphane, zamanında önemli bir bilgi merkezi olmuş ve birçok değerli eseri bünyesinde barındırmıştır.

Kütüphane, mimari açıdan zarif detaylarla süslenmiş bir yapı olarak dikkat çeker. Barok tarzında inşa edilen kütüphanenin dış cephesi ve iç mekanında Osmanlı sanatının ince işçilikleri görülmektedir. Ahşap ve taş işçiliği ile zenginleştirilen kütüphanenin iç mekanında, geleneksel Osmanlı dekorasyon unsurları ve renkli vitraylar yer almaktadır. Kütüphane, özellikle aydınlık bir atmosfere sahip olmasıyla dikkat çeker.

III. Ahmet Kütüphanesi, çeşitli konularda zengin bir koleksiyona sahiptir. Osmanlı ve İslam dünyasının önemli eserlerini, el yazmalarını, nadir kitapları ve ilmi çalışmaları içermektedir. Kütüphanede yer alan eserler arasında felsefi, tarihi, edebi ve dini metinler bulunmaktadır. Bu bağlamda, kütüphane sadece bir bilgi kaynağı değil, aynı zamanda dönemin kültürel ve bilimsel gelişimlerini yansıtan bir arşiv niteliğindedir.

Kütüphane, özellikle saray eğitiminde önemli bir rol oynamıştır. Enderun Mektebi’nde öğrenim gören öğrenciler, burada bulunan kaynaklardan faydalanarak eğitimlerini güçlendirmişlerdir. Ayrıca, kütüphane zamanla birçok araştırmacı ve akademisyenin ilgisini çekmiş ve çeşitli bilimsel çalışmalar için bir merkez haline gelmiştir.

Dördüncü Avlu (Sofa-i Hümayun): Sultanların ve ailesinin özel bahçesi olarak kullanılan dördüncü avlu, Osmanlı döneminde yazlık köşkler ve çiçek bahçeleri ile donatılmıştır. Manzaraya hâkim olan bu alan, sarayın en güzel köşklerine ev sahipliği yapar. Burada Bağdat Köşkü ve Revan Köşkü gibi yapılar, dönemin zarif süsleme sanatlarıyla dekore edilmiştir. Sarayın en yüksek noktasında yer alan bu köşkler, boğaz manzarasına karşı huzurlu ve özel bir alan sunar.

kulturenvanteri.com

Revan Köşkü, Topkapı Sarayı’nın en göz alıcı ve tarihi yapılarından biridir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, sarayın dördüncü avlusunda yer alan bu köşk, Sultan IV. Murat tarafından 1635 yılında, Revan zaferinden sonra yaptırılmıştır. Köşk, mimari özellikleri, dekoratif unsurları ve tarihi önemiyle dikkat çekmektedir.

Revan Köşkü, barok tarzında inşa edilmiştir ve Osmanlı mimarisinin zarif bir örneği olarak kabul edilir. Dış cephesi, ince işçilikle süslenmiş taşlarla kaplıdır. Köşkün giriş kısmında, zengin bir şekilde işlenmiş taş süslemeler ve çeşitli dekoratif unsurlar bulunmaktadır. İç mekanında ise, özellikle duvarlardaki çini ve fresklerle süslü tavanlar, köşkün estetik değerini artırmaktadır.

Revan Köşkü, zamanında padişahlar ve yüksek düzeydeki devlet adamları için bir dinlenme ve toplantı yeri olarak kullanılmıştır. Ayrıca, önemli davetlerin, resmi kabul törenlerinin ve devlet meselelerinin görüşüldüğü bir mekan olmuştur. Bu yönüyle, köşk hem sosyal hem de siyasi hayatın merkezlerinden biri olmuştur.

Köşkün adı, 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu sınırlarını korumak için yapılan Revan Seferi’nden gelmektedir. Bu seferde elde edilen zafer, köşkün inşasında da önemli bir rol oynamıştır. Revan Köşkü, hem mimari hem de tarihi açıdan önemli bir yapıdır ve bu özelliğiyle ziyaretçiler için ilgi çekici bir mekan olmuştur.

Günümüzde, Revan Köşkü, Topkapı Sarayı Müzesi içerisinde sergilenmektedir. Ziyaretçiler, köşkün tarihini ve mimari güzelliklerini gözlemleme fırsatı bulmakta ve Osmanlı İmparatorluğu’nun zengin kültürel mirasını deneyimleme şansı yakalamaktadır. Köşkün içindeki çiniler, hat sanatı örnekleri ve tarihi eşyalar, ziyaretçilere dönemin estetik anlayışını ve kültürel zenginliğini sunmaktadır.

Revan Köşkü, Osmanlı mimarisinin zarafetini ve tarihsel önemini yansıtan önemli bir yapı olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Hem mimari özellikleri hem de tarihi geçmişiyle, Topkapı Sarayı’nın en değerli parçalarından biri olmayı sürdürmektedir. Ziyaretçiler için bir kültürel deneyim alanı olarak, Osmanlı dönemine dair pek çok hikaye ve bilgi sunmaktadır.

kulturenvanteri.com

Bağdat Köşkü, Topkapı Sarayı içinde yer alan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli yapılarından biri olarak bilinen bir köşktür. IV. Murat döneminde, 1639 yılında tamamlanmıştır; yapımına IV. Murat’ın Bağdat seferine giderken başlanmıştır. Köşkün iç mekan süslemeleri ise padişahın ölümünden sonra da devam etmiştir.

  • Köşk, sekizgen bir plan üzerine inşa edilmiştir. Kubbeli mekan, dört eyvanla genişletilmiş olup, manzara yönlerini artırmak amacıyla tasarlanmıştır.
  • Dekorasyon: Bağdat Köşkü, klasik Osmanlı sanatının en yüksek örneklerinden birini temsil eder. Dönemin çinileri, mermer kaplamalar ve renkli süslemelerle zenginleştirilmiştir. İç ve dış mekanlarda boya ve sıva yerine çini ve mermer kullanılmıştır.
  •  XVII. yüzyılın ilk yarısının en önemli tavan süslemeleri burada bulunmaktadır. Cephe kaplama biçimlerinde yenilikler, köşkün klasik Osmanlı sanatının yanında yeni arayışların da etkili olduğunu gösterir.

Bağdat Köşkü, padişahın sabah namazından sonra dinlenme yeri olarak kullanılmış, ayrıca önemli tarihi olaylara da tanıklık etmiştir. I. Abdülhamit ve III. Selim dönemlerinde köşk, has odanın kütüphanesi olarak işlev görmüştür.

  • I. Abdülaziz döneminde revaklar ahşap doğramalı camekanlarla kapatılmış, daha sonra çeşitli dönemlerde bu uygulamalarda değişiklikler olmuştur. 1972 yılında köşkün görünümüne son hali verilmiştir.
  • Kesme taş yapısıyla dikkat çeken köşkün revakları beyaz mermer ve kırmızı hereke taşından yapılmıştır. Dış cephede çini süslemelerle kaplanmış ve iç mekan zengin bir çini kaplama ile bezendi.

Bağdat Köşkü, mimari özellikleri, tarihi önemi ve süslemeleri ile Osmanlı kültürünün önemli bir parçasıdır. 2006 yılında restore edilerek koruma altına alınmış ve günümüzde ziyaretçilere açıktır. Köşk, tarihi ve sanatsal değerleriyle dikkat çekmektedir.

kulturenvanteri.com

İftariye Kameriyesi, Topkapı Sarayı’nın önemli yapılarından biridir ve özellikle iftar vaktinde padişahın oturması için tasarlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ramazan aylarında oruç açma zamanı geldiğinde, padişah burada oturarak iftarını yapar ve aynı zamanda halkla iletişim kurardı. Bu nedenle, kameriyenin yapısı ve konumu, hem mimari estetik hem de sosyal işlev açısından büyük bir öneme sahiptir.

  • İftariye Kameriyesi, sarayın bahçesinde yer alır ve çevresi yeşil alanlarla kaplıdır. Bahçeye hakim bir noktada konumlandığı için manzarası oldukça etkileyicidir.
  • Genellikle taş ve ahşap malzeme kullanılarak inşa edilmiştir. Ahşap unsurlar, Osmanlı mimarisinin karakteristik özelliklerini taşır.
  • Kameriye, çeşitli süslemeler ve çini ile zenginleştirilmiştir. İslami motifler ve geometrik desenler, yapının estetiğini artırır.
  • Kemerli bir yapıya sahip olan kameriyenin çatısı, Osmanlı mimarisinin özgün formlarını yansıtır.
  • Ramazan ayının ruhunu yansıtan önemli bir mekan olan İftariye Kameriyesi, padişahın iftarını halkla paylaşma geleneğini sürdürdüğü bir alan olmuştur. Burada gerçekleştirilen törenler, halkın padişah ile olan bağını güçlendirir.
  • Padişah, burada halkı izleyebilir ve onların ihtiyaçları hakkında bilgi alabilirdi. Bu durum, yöneticinin halkla olan ilişkisini kuvvetlendirir.

İftariye Kameriyesi, günümüzde Topkapı Sarayı’nın ziyaretçileri tarafından ilgiyle keşfedilmektedir. Hem mimari özellikleri hem de tarihi işleviyle, Osmanlı kültürünün önemli bir parçası olarak korunmakta ve sergilenmektedir. Ziyaretçiler, burada Osmanlı dönemine ait sosyal hayatın bir parçasını deneyimleyebilir ve tarihsel atmosferi hissedebilirler.

İftariye Kameriyesi, Topkapı Sarayı’nın mimari ve kültürel zenginliğinin bir örneği olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun günlük yaşamındaki önemli bir unsuru temsil eder.

millisaraylar.gov.tr

III. Ahmet Çeşmesi

III. Ahmet Çeşmesi, 1729 yılında İstanbul’da inşa edilmiştir ve şehrin en güzel çeşmelerinden biri olarak öne çıkmaktadır. Bu yapı, iki yıl sonra patlak veren ve III. Ahmet’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanan isyanlardan kurtulabilen az sayıdaki eser arasındadır. Lale Devri’nde sultan tarafından yaptırılan anıtların çoğu bu dönemde tahrip edilmiştir; bu nedenle çeşme, tarihî ve sanatsal değeriyle dikkat çekmektedir.

  • Türk Rokoko Üslubu: III. Ahmet Çeşmesi, Türk Rokoko üslubunun güzel bir örneğidir. Yapının beş küçük kubbesi, mihrap şeklindeki nişleri ve çiçek desenli rölyefleri ile estetik açıdan zengin bir görünüm sunar. Çeşme, mimari detaylarıyla da dönemin sanat anlayışını yansıtır.

  • Musluklar ve Sebiller: Osmanlı çeşmeleri genellikle fıskiyeli değildi; daha çok kamuya açık gösterişli musluklar olarak işlev görürlerdi ve içme suyu ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılmışlardı. III. Ahmet Çeşmesi’nin dört kenarında mermer paneller üzerinde birer musluk bulunur. Her musluğun üzerinde, 17. yüzyıl Osmanlı şairi Seyit Vehbi Efendi tarafından hatla yazılmış beyitler dikkat çekmektedir.

  • Kitabe: Çeşmenin kitabesinde, mavi-yeşil renkli zemin üzerine altın yaldızlı harflerle çeşmenin ve onu yaptıranın isimleri yazılıdır. Bu yazıt, yapının tarihine dair önemli bilgiler sunar.

  • Pencereler ve Sebil: Yapının dört köşesinde, kafes işi mermer oymalarla süslenmiş üç pencere yer alır. Pencerelerin hemen altında birer sebil bulunmaktadır. Burada, diğer çeşmelerdeki buzlu su yerine gümüş kadehlerde şerbet ve tatlandırılmış su sunulmuştur.

  • Lale Devri’nin Mirası: III. Ahmet Çeşmesi, Lale Devri’nin estetik ve mimari anlayışını temsil eden önemli bir yapıdır. Bu dönem, Osmanlı kültüründe sanatın ve mimarlığın geliştiği bir süreç olarak bilinir.

  • Kamu Hizmeti: Çeşmeler, Osmanlı toplumunda önemli bir sosyal hizmet işlevi görmüş, halka içme suyu sağlarken aynı zamanda estetik birer yapılar olarak da öne çıkmıştır.

Günümüzde III. Ahmet Çeşmesi, İstanbul’un tarihî dokusunu koruyan önemli bir anıt olarak ziyaretçilere açıktır. Ziyaretçiler, bu zarif yapının mimari detaylarını inceleyebilir ve Osmanlı döneminin kültürel mirasını deneyimleyebilir. Çeşme, hem estetik hem de tarihî değeriyle, İstanbul’un simgelerinden biri olmaya devam etmektedir.

Soğukçeşme Sokağı

Topkapı Sarayı’nın dış duvarları ve Ayasofya’nın yüksek minareleri arasında kalan Soğukçeşme Sokağı, parke taşlı dar ve dik bir yoldur. Her iki tarafında yer alan etkileyici tarihi ahşap konaklar 18. yüzyıl sonlarında inşa edilmiş geleneksel Osmanlı evlerinin güzel örneklerini temsil eder.

1980’lerde Türk Turing ve Otomobil Kulübü (TTOK) tarafından restore edilen bu evler, pastel renkleriyle dikkat çeken Ayasofya Konakları olarak anılmaktadır ve ziyaretçilerin gözdesi haline gelmiştir. Tarihi dokunun korunmasına özen gösterilerek restore edilen konaklardan biri, İstanbul’a dair tarihsel yazılar, gravürler ve fotoğrafların yer aldığı bir kütüphane olarak yeniden düzenlenmiştir.

Sokağın aşağı ucunda yer alan eski Roma sarnıcı, günümüzde Sarnıç Lokantası olarak hizmet vermekte, tarihi atmosferi modern bir kullanımla birleştirerek ziyaretçilere ilginç bir deneyim sunmaktadır.

Soğukçeşme Sokağı, hem Osmanlı hem de Bizans dönemlerinin izlerini taşıyan tarihi atmosferiyle İstanbul’un nostaljik ve kültürel açıdan değerli noktalarından biridir.

Caferağa Medresesi, İstanbul’un Sultanahmet semtinde yer alır ve tarihi dokusuyla dikkat çeker. 1559 yılında Mimar Sinan tarafından Sadrazam Cafer Ağa adına inşa edilmiştir. Medresenin avlusunda, kuyumcular, hattatlar ve diğer zanaatkarların dükkanlarının bulunduğu revaklarla çevrili bir alan yer alır. Burada sessiz ve huzurlu bir atmosfer sunan küçük bir kafe de bulunur; ziyaretçiler tarihi doku eşliğinde çay veya kahve içebilirler. Günümüzde medrese, geleneksel Türk el sanatlarının öğretildiği bir kültür merkezi olarak da kullanılmaktadır.

tkhv.org.tr

Zeynep Sultan Camisi, 1769 yılında III. Ahmed’in kızı Zeynep Sultan tarafından inşa edilmiştir. Mimarisi, Bizans kiliselerini andıran özellikler taşır ve Barok üslubunun etkilerini yansıtır.

  • Plan ve Yapı: Camii, haç planı şeklindedir ve merkezi bir kubbeye sahiptir. Bu, Bizans mimarisinin tipik bir özelliğidir.
  • Dekorasyon: Dış yüzeyleri ve iç mekan, çeşitli süslemelerle zenginleştirilmiştir. Özellikle iç mekandaki çini ve taş işçiliği dikkat çekicidir.
  • Aydınlatma: Camide yer alan büyük pencereler, iç mekana bol doğal ışık girmesini sağlar, bu da caminin ferah bir atmosfer yaratmasına katkıda bulunur.

Zeynep Sultan Camisi, hem mimari yapısıyla hem de yapımının ardındaki tarihsel bağlamıyla İstanbul’un önemli dini yapılarından biri olarak kabul edilir. III. Ahmed’in kızı Zeynep Sultan’ın katkısıyla inşa edilen cami, hem Osmanlı döneminin hem de İstanbul’un dini ve kültürel tarihinin bir parçasını temsil eder. Caminin avlusundaki çay bahçeleri ve zanaatkar dükkanları da, burayı hem ibadet hem de sosyal bir buluşma noktası haline getirir.

dunyacamileri.blogspot.com

Gülhane Parkı: Osmanlı’dan Günümüze Bir Yeşil Alan

Gülhane Parkı, Osmanlı döneminde “gül bahçesi” anlamında, Topkapı Sarayı’nın kapalı ve özel bir alanı olarak düzenlenmiştir. Lale Devri‘nde çeşitli bitki türleri ekilerek estetik bir bahçeye dönüştürülmüş, Tanzimat Dönemi‘nde halka açılarak Osmanlı’dan modern İstanbul’a kadar şehrin kalbinde büyük bir yeşil alan olarak korunmuştur.

erusgroup.com.tr
erusgroup.com.tr

İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi

İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi, İstanbul Gülhane Parkı’nda, Topkapı Sarayı surlarına bitişik olan Has Ahırlar Binası’nda bulunur. Müze, İslam bilim tarihçisi Prof. Dr. Fuat Sezgin’in katkılarıyla 2008’de açılmıştır. Bu özel müze, 3,500 metrekarelik alanında toplam 585 alet, cihaz kopyaları, maket ve model sergiler. Müzenin amacı, İslam dünyasının bilimsel mirasını tanıtmak ve bilimsel gelişmelerin Doğu ve Batı kültürleri arasında bir bütünlük taşıdığını vurgulamaktır.

Müzenin üst katında astronomi, denizcilik, tıp, saat teknolojisi ve savaş teknolojisi bölümleri; alt katta ise fizik, matematik, optik, kimya, coğrafya gibi bilim dallarına ait harita ve çizimler sergilenmektedir. Müze bahçesinde İbn-i Sina’nın Botanik Bahçesi olarak düzenlenmiş ve el-Kanun fi’t-Tıbb kitabında bahsi geçen tıbbi bitkiler ekilmiştir.

Müzedeki sergilerin çoğu, İslam bilim adamlarının orijinal eserlerine dayanarak hazırlanmış kopyalar ve maketlerden oluşur. Öne çıkan eserler arasında, Takiyeddin’in mekanik saati, El-Cezeri’nin Fil Saati, Abdurrahman eş-Sufi’nin gök küresi, ve Hıdr el-Hucendi’nin usturlabı yer alır. Birçok model, Frankfurt’taki Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü tarafından yazılı kaynaklara dayalı olarak üretilmiştir.

kulturportali.gov.tr

Bab-ı Ali

Bab-ı Ali, Osmanlı hükümetini ve sadrazamın sarayına açılan anıtsal kapıyı ifade eden bir terimdir; “yüce kapı” anlamına gelir. Kapının yapılmasının ardından, İstanbul’daki yabancı elçiler, Bab-ı Ali Elçileri olarak anılmaya başlamıştır. Osmanlı yönetiminde önemli bir yere sahip olan Bab-ı Ali, zaman zaman sultanların keyfi kararlarını dengeleyen bir kurum olarak etkili olmuştur.

Günümüzde görülebilen gösterişli Rokoko tarzındaki Bab-ı Ali kapısı 1840’larda inşa edilmiştir. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, kapının arkasında yer alan resmi binalar vilayet konağı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

İstanbul Arkeoloji Müzesi, Çinili Köşk ve Eski Şark Eserleri Müzesi

İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye’nin en önemli kültürel miraslarını sergileyen üç ana birimden oluşan bir müze kompleksidir: Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi. Arkeoloji Müzesi, Türkiye’nin ilk müzesi olma özelliğine sahiptir ve imparatorluk topraklarından getirilen bir milyondan fazla eseri bünyesinde barındırmaktadır.

Müzenin tarihi, 1887-1888 yıllarında Sidon Kral Nekropolü kazılarında bulunan önemli eserlerin İstanbul’a getirilmesiyle başlamıştır. Osman Hamdi Bey’in önderliğinde, 13 Haziran 1891’de Müze-i Hümayun adıyla açılan Arkeoloji Müzesi, dönemin ünlü mimarı Alexandre Vallaury tarafından inşa edilmiştir. 1903 ve 1908 yıllarında yapılan eklemelerle bugünkü Ana Müze Binası şekillenmiştir.

Müze, kronolojik bir düzenle sergilenen ve antik merkez vurgusuyla öne çıkan önemli eserlerden oluşan geniş bir koleksiyona sahiptir. MÖ 3. bin yıldan kalma Kybele figürlerinden 19. yüzyıl Osmanlı çömleklerine kadar uzanan bu koleksiyon, 5 bin yıllık bir tarihi kapsar. Müzedeki her şeyi bir günde görmek neredeyse imkansızdır. Sergilenen eserler arasında Sidon Kral Nekropolü buluntuları, Ağlayan Kadınlar Lahdi, Tabnit Lahdi ve İskender Lahdi gibi dikkat çekici parçalar bulunur. Arkaik Çağ’dan Roma Çağı’na kadar uzanan Didim-Milet Kutsal Yolu’na ait Brankhit, Kore ve Kouros heykelleri, Halikarnas Mozolesi’nden Aslan Heykeli ve Bergama Zeus Sunağı’ndan Afrodit başı gibi önemli yapıtlar da koleksiyonda yer almaktadır.

Müzenin bazı salonları, “Antik Mezar Kültü”, “Anadolu’nun Sütunlu Lahitleri” ve “Antik Dönem Anadolu Mimarlık Örnekleri” gibi bölümler için yapılan teşhir-tanzim çalışmaları nedeniyle ziyarete kapalı olabilir. Zamanı kısıtlı olan ziyaretçilere özellikle kralların mezarlarından çıkarılan göz alıcı lahitleri görmeleri tavsiye edilir. İstanbul’un tarihine dair daha fazla bilgi edinmek isteyenler ise ek binanın birinci katında bulunan “Çağlar Boyu İstanbul” sergisini gezebilir. Müzedeki Çocuk Müzesi, genç ziyaretçilerin de ilgisini çekecek bir alandır.

kulturenvanteri.com

Klasik Arkeoloji bölümünde, ziyaretçileri ana girişte antik Mısır tanrısı Bes’in büyük heykeli karşılar. 1. ve 3. yüzyıllar arasında önemli bir tanrı olan Bes’in komik ve kaba görünümü, kötü ruhları uzak tutmak için etkili bir caydırıcı olarak görülüyordu. Koleksiyonun en değerli parçaları, 8 ve 9 numaralı salonlarda sergilenmektedir. Özellikle, 1887 yılında Sidon’da (bugünkü Lübnan) bulunan bir grup lahit dikkat çekicidir. MÖ 6. ve 4. yüzyıllarda hüküm süren Fenike krallarına ait olduğu düşünülen bu lahitler, Yakın Doğu sanatında Mısır tarzından Yunan etkisine geçişin güzel örneklerini sunar.

Bu lahitler arasında en göz alıcı ve en yeni olanı, MÖ 4. yüzyılın sonlarından kalma İskender Lahdi’dir. Ağlayan Kadınlar Lahdi’nin ise kadınlara düşkünlüğüyle tanınan Sayda Kralı Straton’a (MÖ 374-358) ait olduğu düşünülmektedir; üzerindeki figürlerin kraliyet hareminin üyeleri olduğu sanılmaktadır. 14-20 numaralı salonlarda, MÖ 3. yüzyıldan kalan Marsias heykelinin Roma döneminde yapılmış bir kopyası görülebilir. Heykelde, Apollon’a müzikte meydan okuyan Marsias’ın derisinin yüzülüşü tasvir edilmektedir. MÖ 3.-2. yüzyıldan kalma Büyük İskender büstü ve heykelinde ise, imparator, yüzündeki uzlaşmacı ifadeyle ideal bir kahraman olarak tasvir edilmiştir. 18. salonda, Roma imparatorlarının gerçekçi heykelleri de dikkat çeker.

kulturportali.gov.tr
turkishmuseums.com

İskender Lahdi, M.Ö. 4. yüzyıl sonlarından kalma, olağanüstü detaylı mermer oyma tekniği ile dikkat çeken bir lahittir ve Sidon Kralı Abdalonymos için yapıldığı düşünülmektedir. Lahit, adını üzerindeki Makedonyalı Büyük İskender’in Perslere karşı kazandığı zaferlerin canlandırıldığı sahnelerden alır. Üzerindeki kabartmalar, savaş ve av sahneleri ile doludur ve dönemin sanat anlayışını ve detaycılığını yansıtan en etkileyici antik eserlerden biri olarak bilinir. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen bu lahit, antik dünyadan günümüze ulaşan en iyi korunmuş ve göz alıcı lahitlerden biri olarak büyük ilgi görmektedir.

Geometrik Dönem Kıbrıs Testisi, M.Ö. 1050-750 yılları arasına tarihlenen ve Kıbrıs’ta gelişen seramik kültürünün belirgin örneklerinden biridir. Üzerinde yer alan stilize balık figürleri, dönemin sanatsal ifadesini ve geometrik süsleme tarzını yansıtır. Bu tür kaplar, çoğunlukla stilize hayvan motifleri ve belirgin çizgilerle süslenmiştir. Geometrik desenler, testiye dengeli bir görünüm kazandırır ve Kıbrıs seramik sanatının teknik ve estetik becerilerini ortaya koyar. Kıbrıs Geometrik Dönemi’nin tipik özelliklerini barındıran bu testi, antik Akdeniz kültürleri arasındaki sanatsal etkileşime de ışık tutar.

arkeofili.com

Somaki lahitler, MÖ 4-5. yüzyıllardan kalma, mor renkli somaki mermerinden yapılmış devasa lahitlerdir ve genellikle Bizans İmparatorluğu’nun erken dönemine ait olduğu düşünülmektedir. Mor renk, Roma ve Bizans’ta asalet ve imparatorlukla ilişkilendirilen bir renk olduğundan, bu lahitlerin büyük olasılıkla dönemin Bizans imparatorlarına veya yüksek dereceli devlet adamlarına ait olduğu tahmin edilmektedir. Gösterişli somaki lahitler, o dönemin ihtişamını ve üst düzey kişilere verilen önemi yansıtan dikkat çekici sanat eserleridir.

Çocuk Müzesi bölümünde, okul çağındaki ziyaretçiler için özel olarak alçak camekanlar tasarlanmıştır. Geleceğin arkeologlarını teşvik etmek amacıyla, küçük konuklara resim kağıdı ve pastel boya kalemleri sunulmaktadır. Bu alan, çocuklara hem eğlenceli hem de öğretici bir deneyim yaşatmayı hedefler.

Ek binanın zemin katındaki galeride, Trakya, Bitinya ve Bizans dönemine ait dinsel ve dindışı eserler sergilenmektedir. Ayrıca, müzenin bu bölümündeki antik mimariye ilişkin sergiler, tarih ve mimarlık meraklılarının ilgisini çekecek niteliktedir.

Çağlar Boyu İstanbul galerisi, kentin arkeolojik tarihine dair önemli bir bakış sunan dikkatle seçilmiş eserler ve Türkçe-İngilizce açıklayıcı metinlerle zenginleştirilmiştir. M.S. 600 civarına tarihlenen Takdim Mozaik İkonu, bir zamanlar Kalenderhane Camisi’nin duvarlarını süslemekteydi. Ayrıca, 18. yüzyıldan bu yana başsız biçimde At Meydanı’nda dikili duran Yılanlı Sütun’un üç başlı yılanından biri de bu koleksiyonun ilgi çekici parçalarındandır. Bizanslıların düşman gemilerinin geçişini engellemek için Boğaziçi ve Haliç arasına çektiği demir zincirlerden bir parça da burada sergilenmektedir.

Takdim Mozaiği İkonu, MS 6-7. yüzyıla tarihlenen, Kalenderhane Camii’nden günümüze ulaşan nadir bir Bizans mozaiğidir. Bizans’ın ikonoklazm, yani ikon kırıcı dönemi sırasında pek çok dinsel figüratif eser yok edilmiştir; ancak bu mozaik, dönemin yıkıcı etkilerinden kurtularak günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. Bu zarif ama hasar görmüş pano, erken Bizans sanatı ve ikonografi açısından çok değerli olup, Hristiyanlık tarihindeki ikon karşıtı mücadelelerin geriye kalan az sayıdaki kanıtlarından biridir. Mozaiğin figüratif tarzı, dönemin estetik anlayışını yansıtarak Bizans dini sanatında önemli bir yer tutar.

ozhanozturk.com

Anadolu ve Troya galerisi, Anadolu’nun Yontma Taş Çağı’ndan Demir Çağı’na kadar uzanan tarihine ışık tutan eserlerle dolu dar ve uzun bir sergi alanıdır. Bu sergi, merkezi Gordion (Ankara’ya yaklaşık 100 km uzaklıkta) olan Frigya uygarlığına ayrılmış bir oda ile sona erer. Koleksiyonun en önemli parçası, bir tümülüsün içindeki ardıç tomruklarıyla desteklenmiş bir odada bulunan M.Ö. 8. yüzyıla ait kral mezarı rekonstrüksiyonudur. Kralın, kap kacaklarının yanı sıra meşe, ardıç, porsuk ağacı ve şimşirden yapılmış mobilyalarıyla birlikte gömüldüğü bilinmektedir.

Galerinin diğer bölümünde, M.Ö. 3. Binyıldan M.S. 1. Yüzyıla kadar Troya’da yaşamış dokuz uygarlığa ait buluntular sergilenmektedir. Bu eserler arasında, 19. yüzyıl sonlarında arkeolog Heinrich Schliemann tarafından keşfedilen ve onun adıyla anılan hazineden mücevherler de bulunmaktadır. Ancak, bu hazinenin büyük bir bölümü yurt dışına kaçırılmıştır.

Anadoluya Komşu Kültürler galerisi, biri Kıbrıs’a diğeri Suriye-Filistin’e ayrılmış iki bölümden oluşan uzun bir sergi alanıdır. Kıbrıs koleksiyonu, 1865-73 yılları arasında düzenli kazılar yaparak eserleri toplayan Rusya-Amerika ortak konsolosu Luigi di Cesnola tarafından derlenmiştir. Bu koleksiyonda, çömleklerin yanı sıra, M.Ö. 3. yüzyıldan kalma çıplak, şişman tapınak oğlanları figürleri öne çıkmaktadır. Bu figürlerin, Yunan aşk tanrıçası Aphrodite’ye adanan tapınaklardaki erkek fahişeleri temsil ettiği düşünülmektedir.

Suriye bölümünde ise defin rölyefleri ve bilinen en eski İbranice tablet olan kireçtaşı Gezer takvimi sergilenmektedir. Ayrıca, dönemi boyunca önemli bir ticaret merkezi olan Palmira kentinde bulunan M.S. 1.-3. yüzyıla ait mozolenin rekonstrüksiyonu da görülebilir. Bu sergi, ziyaretçilere bölgedeki antik kültürlerin zenginliğini ve çeşitliliğini gösteren önemli eserler sunmaktadır.

Turkishmuseums.com

Çinili Köşk, İstanbul’daki Osmanlı sivil mimarisinin Selçuklu etkisinde inşa edilmiş tek örneğidir. Fatih Sultan Mehmed dönemine (1451-1481) ait kaynaklarda, 1472 yılında Sarayburnu’ndaki korulukta ve Topkapı Sarayı’nı saran surların içinde yaptırıldığı bilgisi yer almaktadır. Yapı, tarihi boyunca çeşitli işlevler üstlenmiştir. 1880 yılında İmparatorluk Müzesi (Müze-i Hümayun) tarafından arkeolojik ve İslami eserlerin sergilenmesi için kullanılmıştır.

1939 yılında Topkapı Sarayı’na bağlanan Çinili Köşk, o dönem içinde bulunan eserlerin çeşitli müzelere dağıtılması nedeniyle müze işlevini yitirmiştir. 1981 yılında İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne bağlanarak yeniden müze olarak kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eşsiz çini ve seramik örnekleri bu müzede sergilenmektedir.

Osmanlı Çinileri ve Seramikleri bölümü, Osmanlı sanatının en karakteristik ürünlerinden biri olarak öne çıkan çinileri sergilemektedir. Özellikle İstanbul’daki tarihi camiler ve köşklerin dekorasyonunda bu çinilerin belirgin etkisi gözlemlenmektedir. Çinili Köşk’ün kemerli girişinde, geometrik şekiller ve hat örnekleriyle süslü göz alıcı çinili panolar dikkat çekmektedir. Ana salonda, İç Anadolu’dan getirilen 15. yüzyıla ait bir mihrap yer almaktadır.

3. ve 4. salonlarda ise Osmanlı çiniciliğinin merkezi olan İznik’te yapılan cami lambaları ve paneller sergilenmektedir. Ancak, 16. yüzyıl sonlarına doğru İznik çiniciliği gerilemeye başlamış ve Anadolu’da yeni seramik merkezleri ortaya çıkmıştır. Kaliteli seramiklerin üretildiği Kütahya da bu yeni merkezlerden biridir; bu nedenle 5. ve 6. salonlarda Kütahya çinileri ve seramikleri dikkat çekmektedir. Bu sergi alanı, Osmanlı dönemi çiniciliğinin gelişimini ve çeşitliliğini gözler önüne sermektedir.

Karaman Mihrabı, 1256-1483 yılları arasında İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinde hüküm süren Karamanoğulları Beyliği’ne ait en önemli sanat eserlerinden biridir. Bu mavi çinili mihrap, Karamanoğulları’nın başkenti Karaman’dan gelmiştir ve beyliğin estetik anlayışını gözler önüne serer. Üzerinde yer alan mavi çiniler, ince işçilikle düzenlenmiş geometrik ve bitkisel motiflerle süslenmiştir. Mihrap, dönemin İslam sanatı özelliklerini ve Anadolu’da gelişen özgün çini sanatını yansıtır. Bu mihrap, yalnızca dekoratif detaylarıyla değil, aynı zamanda o dönemde Anadolu’da İslami mimarinin geldiği noktayı göstermesi açısından da büyük bir kültürel öneme sahiptir.

mustafacambaz.com

İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi, zengin koleksiyonu ile İslamiyet öncesi Arap Yarımadası, Mısır, Mezopotamya ve Anadolu eserlerini ziyaretçilerine sunmaktadır. Müze, önemli eserleriyle antik medeniyetlerin kültürel ve sanatsal gelişimlerine ışık tutarken, aynı zamanda geçmiş medeniyetlerin yaşam tarzları, inanç sistemleri ve toplumsal yapıları hakkında bilgi vermektedir.

Müzede sergilenen bazı önemli parçalar arasında Akkad Kralı Naramsin’in Steli, dünyanın en eski yazılı barış antlaşması olan Kadeş Antlaşması ve İştar Kapısı bulunmaktadır. Koleksiyonun en önemli bölümü, Mezopotamya kültürlerine ait eserlerin yer aldığı sergilerdir. Özellikle Babil’in ana girişi olan İştar Kapısı’nın dev boyutlardaki parlak tuğla frizleri, 2. Nabukadnezar dönemine (M.Ö. 605-562) aittir.

Müzedeki 4. odada, daha eski bir Babil tapınağından getirilen ördek şeklindeki zarif ağırlık dikkat çekerken, 5. odada M.Ö. 2700 yılına ait çivi yazılı kil tabletler sergilenmektedir. Ayrıca, M.Ö. 1269 yılında Mısır ve Hitit İmparatorlukları arasında imzalanan ünlü Kadeş Antlaşması’nın aslı, 7. odada gümüş varak üzerine işlenmiş olarak bulunmaktadır. Bu antlaşma, tarihi önemi nedeniyle yalnızca savaşı sonlandırmakla kalmayıp, aynı zamanda taraflar arasındaki dostluk ve iş birliğini geliştirmeyi amaçlayan bir metin olarak değerlendirilmektedir. Kadeş Antlaşması’nın kopyaları ise İstanbul Arkeoloji Müzesi Eski Şark Eserleri Binası ve Kahire Müzesi’nde sergilenmektedir.

muzeler.org

Kadeş Antlaşması, MÖ 1269 yılında Mısır ve Hitit İmparatorlukları arasında yapılan ve tarihin bilinen ilk yazılı barış antlaşması olarak kabul edilir. Antlaşma, Kadeş Savaşı’nın ardından dönemin iki büyük gücü olan Hitit Kralı III. Hattuşili ve Mısır Firavunu II. Ramses arasında imzalanmıştır. Kil tabletler üzerine çivi yazısıyla işlenmiş olan antlaşma metni, sadece savaşı sonlandırmayı değil, aynı zamanda taraflar arasındaki dostluk ve iş birliğini geliştirmeyi amaçlamıştır. Antlaşmanın en dikkat çekici maddelerinden biri, siyasi sığınmacıların iadesine dair koşulları içermesidir. Bu madde, o dönemde uluslararası ilişkilerde hukuki bir düzenleme örneği olarak değerlendirilmektedir. Kadeş Antlaşması’nın kopyaları, bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi Eski Şark Eserleri Binasında ve Kahire Müzesi’nde sergilenmektedir.

Cağaloğlu Hamamı

1741 yılında Sultan I. Mahmut tarafından yaptırılan Cağaloğlu Hamamı, İstanbul’un en ihtişamlı hamamlarından biridir ve gelirleri, Ayasofya’da bulunan Mahmut Kütüphanesi’ne aktarılırdı. Küçük hamamlarda kadın ve erkek günleri dönüşümlü olarak ayrılırken, Cağaloğlu Hamamı gibi büyük hamamlarda iki ayrı bölüm bulunur. Kadın ve erkek bölümleri, birbirine dik açıda konumlanacak şekilde yapılmış ve her iki bölümün girişi farklı sokaklardan verilmiştir.

Hamam, özellikle yabancı ziyaretçilerin ilgisini çeker; personel, Osmanlı hamam kültürünü ve çalışma yöntemlerini anlatmaktan memnuniyet duyar. Hamamın erkekler bölümünde koridor ve camekan alanında, Osmanlı hamam geleneğinin simgesi olan tahta nalınlar gibi detaylar görülebilir. Yıkandıktan sonra huzur dolu camekanda süs havuzunun yanında oturup bir şeyler içerek keyifli vakit geçirebilirsiniz.

cagalogluhamami.com.tr

Sirkeci Garı

İstanbul’un göz alıcı yapılarından Sirkeci Garı, Avrupa’dan gelen Şark Ekspresi için 1890 yılında inşa edilmiştir. Alman mimar August Jasmund’un tasarladığı bu yapı, pencerelerindeki vitraylar, kemerler ve taş işçiliği gibi unsurlarıyla kentin mimari çeşitliliğini yansıtır. Şark Ekspresi, gar resmen hizmete girmeden önce İstanbul’a seferler düzenlemeye başlamıştı.

Günümüzde, Sirkeci Garı bir kültürel gelişim projesinin parçası olarak Topkapı Sarayı’ndan getirilen bazı hazine eserlerinin sergilendiği bir alan olarak kullanılmaktadır. Garın lokantası, kentin hareketliliğinden biraz olsun uzaklaşmak isteyenler için dinlendirici bir mekandır. Sirkeci Garı’ndan Trakya’ya ve çeşitli Avrupa ülkelerine düzenli seferler yapılırken, İstanbul’un diğer büyük tren istasyonu ise Anadolu Yakası’ndaki Haydarpaşa Garı’dır.

toursce.com

Dünyaca ünlü Şark Ekspresi, ilk seferini 1899 yılında Paris’ten İstanbul’a kadar 2,900 kilometrelik bir yolculukla gerçekleştirmiştir. Sirkeci Garı ve Pera Palas Oteli, bu özel trende seyahat eden seçkin yolcular için inşa edilmiştir. “Kralların treni, Trenlerin kralı” olarak anılan Şark Ekspresi, devlet başkanları, siyasetçiler, aristokratlar ve ünlü sanatçılardan oluşan zengin ve ayrıcalıklı bir kitleyi taşımıştır. Bu ünlü yolculukta, Bulgar Kralı III. Boris’in treni kendi ülkesinden geçerken makinist koltuğuna geçmesi gibi ilginç hikâyeler yaşanmıştır.

Romantik ve egzotik bir sembol olan Şark Ekspresi, özellikle oryantalist bir bakışla İstanbul’un casus, diplomat ve silah tacirlerinin kol gezdiği tehlikeli bir şehir olarak algılanmasına katkıda bulunmuştur. Altı film, bir müzikal ve en az 19 kitaba esin kaynağı olan Şark Ekspresi, en çok Agatha Christie’nin Şark Ekspresi’nde Cinayet ve Graham Greene’in İstanbul Treni romanlarıyla hatırlanır. Ancak Soğuk Savaş döneminde bu ihtişamını büyük ölçüde kaybeden tren, restoran vagonu olmaksızın 1977 yılına kadar haftada iki kez İstanbul seferlerini sürdürmüştür.

blog.iae.org.tr